.

22 Aralık 2012 Cumartesi

CK'nın Mektubu


Hatırlıyorum kulağımı sağır eden cümleleri. Belaltından vuran o meşhur söylemleri. “...ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti çünkü iki kişiydik.” İki kişiydik, o zamanlar. Herkese eşit payda da düşmüyordu güneşin sıcaklığı. “İleri demokrasi”den nasibini almamıştı güneş... Ya yağmur öyle miydi? Hissederdik, bir zamanlar. Yağmuru da... Komünistti yağmur, herkese eşit payda yağardı. Bunağın dediği gibi, yüzü yağmurla bıçaklanmış bir sonbahardık. Epey önceden... Pazartesileri sevmezdik, çoğunluk gibi...

Onküsür milyon öğrenci, birkaç yüzbin öğretmen ikinci dönemi bu sabah açıyor” diyordu radyodaki o naif ses. Birkaç yüzbinden biriydim, öğrenciler bekliyordu. Ama aklımda olan, sabah kravatı düzeltmeye gittiğimde aynada gördüğümdü. Ne zamandır aynada gördüğüm silüet kendime ait değildi... “Mübarek St Valentine's day”di bugün. Onu da dolmuşta bir arkamda bulunan iki kızın muhabbetinden hatırladım. Biri diğerine kalıplaşmış anti kapitalist söylemleri önceden ezberlediği şekilde aktarırken diğeri de kapitalist halkların sadece bugünlük kendilerini komünist ilan etmelerinden dem vuruyordu. Haksız mıydı, hiç düşünmedim bile. İlgimi çekmiyordu...

Dolmuşun camından yukarı baktığımda gökyüzü sakindi. Belki de “tek” olduğumdan dolayıdır, bilinmez. Ne işim var lan okulda diye kendime hayıflanırken onbeş günlük tatilde işimden yeterince nefret ettiğimi hissettim. Yatmak güzeldi. Bir gece önce hızımı kesememiş, sayısını hatırlayamayacağım Jacobs Monarch ile Jack Daniels içmiştim. Önceki gece Büyükparmakkapı'daki barın aynasında götü başı dağıtacak ama ertesi gün okulda karşıma çıkan liseliye “gömleğini içeri sok lan” diyecektim. Diyalektik materyalizme hastaydım... Zıtlıklar içindeki evren insanı güldürmeye yetiyordu bile. Dün canımın içi olanın bugün yabancı olması o kadar korkunçtu ki...

Her zamanki gibi geç kaldığım “iş yerinden”, okuldan, en kısa şekilde nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Lise 3 Edebiyat yazan bir kitap vardı masanın üzerinde. Valiliğin öğrencilere hediye olarak dağıttığı kitapların çizgisiz dosya kağıdına el yazısıyla özet çıkarılmasını isteyen edebiyat öğretmeninin kitabı ! Kahverengi ceketin içine el örgüsü süveter giyen, sigarasını içine çeken öğretmenin kitabı ! Lisede okuduğum bir kitap yüzünden beni Rehberlik Servisi'ne yönlendiren öğretmenin kitabı ! O kitabın arasındaki Ahmet Yaşar imzalı not, özetiydi halet-i ruhiyemin: “...ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi, hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an, mutlu iş yoktur...

Mutlu iş yoktu, bunu “öğretmenler toplantısı” adı altında yapılan kargaşa dolu zihinsel yolculuktan bir kez daha anlıyordum. Onlar toplantı adı verdikleri kurul kararlarını birbirlerine okurken Yahya Kemal'in bir şiiri gözüme ilişiyordu: “Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden / Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden / Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden / Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden...

Hüznü zevk edinenler yaşadığı bölgeden, Kadıköyüne yol alma zamanıydı, inceden. Tek başıma yürürken Fenerbahçe'nin maçına içmezdim epeyce eğer aklıma gelmeseydi yine “o”. Çevremde değişik tezahüratlar kulağımın pasını giderirken, gözlerim ıslak olmazdı eğer tekrarlamasaydım Yahya Kemal'in dizelerini sayısızca. Yanımda olsaydı, önce çingenelerden çiçek alırdım, sonra da en ağır kapitalist olurdum. Yanımda olsaydı, yeniden... Ezmezdim ruhunu sevdiğimin freni patlamış kamyon gibi. Gerçek yalnızlığımla elli bin kişinin arasında bağıramazdım “Fenerbahçem benim... Biricik sevgilim...” diye. Hissetmeseydim, susardım. Göz göze gelemezdim, settekiyle ama insanın yalnızlığı, biricik sevgilisi, ruh ikizi tuttuğu takımmış. Küçükken yenildiği andan itibaren battaniyeyi üzerine çekip ağlanıldığı günlerdeki kadar masumiyetini koruyan bir aşk daha hatırlamıyorum çünkü...