.

25 Aralık 2012 Salı



1999 yılında kurulan grubumuz, gün itibarıyla 14. sezonunu taçlandırmaktadır. Kurulduğu günden beri Fenerbahçe yolunda "cefakarlığı" kendisine şiar edinen ve Fenerbahçe uğruna çekilen cefayı kutsal adleden grubumuz, bir yılı daha geride bırakmanın haklı gururunu yaşamaktadır.

Bugüne kadar:

- Sayısı meçhul el emeği pankartlar yapan,
- Fenerbahçe tribünlerinde vücut bulan koreografi kültüründe başrollerden birini alarak dostlarıyla birlikte yirmiden fazla koreografiye imza atan,
- Lefter gibi büyük bir Fenerbahçeliyi yaşarken onurlandırarak, onun yaşadığı muazzam heyecana ortak olan,
- Fenerbahçe tarihine adını yazdıran Alex gibi önemli bir değerin onurlandırılmasında rolü bulunan,
- Endüstriyel kültürün dişlerini gösterdiği bir dönemde karşı hamle olarak "Okul Açık" adının yeniden canlanmasına 1907 Ünifeb ve Vamos Bien ile birlikte imza atan,
- Deplasman yasakları gibi taraftarlığı ve tribünümüzü direk ilgilendiren konularda fikirleriyle ortak tabana katkı sağlayan,
- Fenerbahçe’yi ilgilendiren her alanda gücü ve imkanı yettikçe sorumluluk almaya çalışan grubumuz, geçmişinde yer alan hizmet yelpazesi ile Fenerbahçe’ye olan sorumluluğunu yerine getirmeye çalışmıştır.

Tamamen kendi inisiyatifi ile hareket eden grubumuz, bugüne kadar kimseye yaranmak için çalışmamış ve kimseyi memnun etmek için mücadele etmemiştir. Attığı tüm adımların merkezine sadece Fenerbahçe menfaatlerini koymuştur.

Geride kalan yılların da ortaya koyduğu görüntü itibarıyla kendi adından çok işini konuşturmayı esas alan grubumuz, bu bağlamda tamamen iç yapısını icraate dönüştürmek için uğraş vermiştir.

Felsefesinden ödün vermeden yapabileceklerinin sınırını genişletmeyi hedef alan grubumuz, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da yoluna "inandığı yolda" devam edecektir. Popülizm uğruna bu ilkesinden ödün vermeyecektir.

Yıl dönümü vesilesi ile;

- Bugüne kadar grubumuzun faaliyetleri içerisinde yer almış A'dan Z'ye herkese,
- Tribünde ve camia içerisinde omuz omuza verdiğimiz, Fenerbahçeliliğimizi paylaştığımız dostlarımıza / kardeşlerimize,
- "Yaptıklarımızın" temel ortakları olan daimi dostlarımız 1907 Ünifeb ve Vamos Bien’e,
- Çeşitli alanlarda çeşitli konumlarda görev icabı bulunan ancak Fenerbahçe’yi yaşayan tüm dostlarımıza, teşekkür ederiz.

Saygılarımızla
GRUP CK
|

24 Aralık 2012 Pazartesi



Büyük kulüpler taraftar parasına bağımlı olmaktan bıkmış görünüyor, onları kim suçlayabilir ki? Genç işçi sınıfı ile alt orta sınıf adamlar, karmaşık ve çoğunlukla sıkıntı yaratan bir dizi sorunu da beraberlerinde getiriyorlar; teknik direktörler ve başkanlar bu insanların ellerindeki şansı teptiklerini söyleyecek olurlarsa hiç te haksız olmazlar. Üstelik yeni hedef kitle olan orta sınıf yalnızca sahada uslu durmakla kalmayacak, daha çok para da ödeyecektir.

Bu tez, sorumluluk, adalet ve futbol kulüplerinin kendi şehirleri, mahalleri için merkezi bir rol oynayıp oynamaması gerektiği hakkındaki esaslı noktayı gözden kaçırıyor. Fakat bunu bir kenara koysak bile, mantıkta ölümcül bir hata yapılıyor gibi geliyor bana. Büyük futbol stadyumlarında yaşanan keyif kısmen, başkalarını taşımakla başkalarına sırtını dayamanın bir karışımıdır, çünkü koltuksuz tribünlerde dikilmeyen seyirciler, gerekli atmosferi yaratmak için ötekilere muhtaçtır ve bu atmosfer futbolun bel kemiğidir. Koltuksuz tribünler kulüpler açısından en az oyuncular kadar önemlidir; bunun sebebi yalnızca, buradaki taraftarların güçlü tezahuratta bulunması veya kulübe büyük paralar kazandırması değil (bunlar da önemsiz değilse ama), onlar olmasa hiç kimsenin maça gitme zahmetine katlanmayacak olmasıdır.

Düşünsenize, bütün stadyum özel localarla dolu olursa, kim loca için para öder ki? Kulüp, bu locaları, yanında bedava atmosfer sağlandığı zihniyetiyle sattı, dolayısıyla localar en az futbolcular kadar para kazandırır oldu. Peki şimdi tezahüratı kim yapacak? Orta sınıf banliyö çocukları, bunların anne babaları, tezahüratı kendileri yapmak zorunda oldukları zaman da maça gelmek isteyecekler mi? Yoksa kazıklandıklarını mı düşünecekler? Çünkü sonuç olarak kulüp onlara, asıl izlenilmek istenenin yer kazanmak amacıyla kaldırılmış olduğu bir şovun biletlerini satmış oluyor.

Futbolun istediğine karar verdiği seyirci tipi üstüne son bir şey söyleyeceğim: Kulüpler takımın iyi olduğundan, önlerinde kötü bir sezon olmadığından emin olmak zorunda artık, çünkü yeni seyirci başarısızlığa tahammül edemez. Bu insanlar, ligde on birinci sıradayken ve bütün kupa maçlarından elenmişken Martta sizi seyretmeye gelecek türden insanlar değiller. Neden gelsinler ki? Yapacak başka bir sürü şeyleri var.
|

22 Aralık 2012 Cumartesi



• Sezon açılışları tekrarlansın! Bir zamanlar futbol, coşku demekti. Endüstriyel futbolun, pasta payının bu denli gözümüze sokulmadığı yıllarda Fenerbahçemizi izlemeye giderdik. Koca bir mahalle. Banliyö trenine sıkışır, sevgimize koşardık. Futbolcular "topbaşı" yapar, "çiçeği burnunda" transferlerimiz top sektirir, bizler hayal kurardık. Sezon açılışları gerçekleştirilir, transferler tanıtılır, Fenerbahçeli sanatçılar şarkılar söylerdi. Sezon açılışları geleneğinin sürdürülmesi bir elzemdir.

• Abim, gittiği maçlardan duyduğu “tezahüratları” fısıldardı kulağıma. Ben dinlerdim. On dört yaşında ve aşık... Sonra uyurdum...

• Lefter'i kaybettiğimizde uzaklardaydım. Askerde... CK'dan arkadaşımız Lefter'in torunu Özlem o konuşmayı yaparken hayatın donuk yüzüyle bir kez daha yüz yüze gelmiştim. Ertesi gün bir gazetede çıkan “Bu bahçenin toprağı sensin. Her yeni nesilde tekrar yeşereceksin. Nur içinde yat ordinaryüs!” posterini odaya astım. Bizden sonra terhis olacak bir arkadaş kulağıma fısıldadı: “Şimdi sen gideceksin, o poster orada kalacak, biz seni hatırlayacağız”. Dün o arkadaş, NTVSpor'un Lefter belgeselini görünce beni aradı. Tuhaf oldum. Önce Lefter'i düşündüm, sonra tüm gidenleri... “Ben ölürsem Fenerbahçe için öleceğim” diyen Ordinaryus Lefter, huzur içinde yat...

• Yıllardır söylediğimiz bir şey var. Lefter'in heykelini diktik ama bize kazandırdığı şampiyonlukları geçerli kılamadık. Bu konuda kulübümüzden bir adım bekliyoruz.

• Eskiden "eski açıkta yaşlı amca"lar vardı hayatımızda. Tütün kokan ceketleri, devre arasında okunmak üzere bulundurulan kıvrılmış gazeteleri, eksik olmayan öksürükleri ve ara ara yükselen sesleri ile arz-ı endam ederlerdi. Arkalarında bir okul yükselirdi Kadıköyünde... "Okul açık" yazardı biletlerin üzerinde. Tribünlerin yenilenmesiyle hayatımızdan çıktılar. Kendilerine has duruşlarının yerini puro kokuları sardı. Her tribünün ayrı hikayesinin olduğu ama anıların gömüldüğü stadımızda şimdilerdeyse Fenerbahçe tribün gruplarının bir çatı altında "duruş" gösterdiği, endüstriyel futbola nanik çektiği "Okul Açık" kavramı var. Tek çatı altındaki bu birlikteliğin hayal ettiğimizden daha ötesine gitmesini istiyoruz.

• Ne zaman birileri bir zamanlar Fenerbahçe Stadındaki "maraton" tribününden bahsetse, kalbim hızlı çarpar. Bir betonarmeye mi aşık olmuştum, yoksa anılar mıydı her seferinde kalp spazmına yol açan?

• Deplasman yasağı konusunda sesini yükselten tribünün sadece Fenerbahçe tribünü olmasının garipseyen yine sadece bizler miyiz?

• On yıl kadar önceydi. Lisede son sınıftaydım. Gömleğimin altında CK tişörtü vardı. Gözümü açtım, kapadım. Bir lisede öğretmenim. CK atkısı sadece boynumu değil tüm ruhumu kaplıyor.

• Yeryüzünde, Fenerbahçe taraftarının kulübede görebilmek uğruna şampiyonluğu feda edebileceği birkaç adamdan biridir, Aykut Kocaman. Gerisi yalan, gerisi traş, gerisi bloklar arası bağlantı!

• Maça gitmekten ne anlıyorsun diyenlere bir not yazmıştım, bir zamanlar: "Tribün reddedemeyeceğin kadar güzel ve gerçek. Bu tribünde umut, sevgi, dostluk, insanlık var!"

• Dönüp bakıyordum geçmişime... Sadece iki renk hatırlıyordum... Sarı ve lacivert...
|


KOLPOS YARES'TE BİR MODALI
Barba Aristidi



"Yıllar önce her şeyimi, eşimi, işimi, evimi evet her şeyimi terk ederek, teknem Maviş ile Kuzey Ege'ye gittim ve üç yıl oralarda teknemde yaşadım... Orada, Kuzey Ege'de, o 3 yıl içinde yaşadığım, düşündükce, hatırladıkça hâlâ gözlerimin yaşla dolduğu, bu anımı, orada yaşadığım bu dramı, kaleme almanın tam sırası diye düşündüm."

Yazar bundan sonra teknesi Maviş ile Midilli'ye doğru yola çıktığını, sonunda Kolpos Yares denen limanına demirlediğini ve ertesi sabah bir rembetiko ile uyanışını anlatıyor. Hemen havuzluğa koşup merakla kim olduğuna bakıyor ve başında kurdelalı fötr şapkası, üstünde eski ama temiz ince çizgili lacivert kruvaze takım elbise bulunan 80-85 yaşlarında bir Rum'un bir balıkçı kayığında 13-14 yaşlarında bir kız çocuğu ile şarkı söyleyerek balık sattığını görüyor. Daha sonra bu ihtiyar Rum Maviş'e yaklaşıyor ve Haldun Sevel'e, hafif Rum şivesi, fakat temiz bir Türkçe ile 'Siz Türk'sünüz?' diye soruyor.
"Şaşırdım, 'evet evet' diye kekeledim, teknemin Maviş isminin altındaki İstanbul yazısına baktı.
'İstanbul'dan?' diye sordu.
'Evet İstanbul'dan' dedim heyecanla. Sanırım bir dost bulmak üzereydim!
"Yoksam Fenerbahçe'den?"
"Evet Fenerbahçe'den geliyorum." deyince ihtiyar Rum'un mavi gözlerinin nemlendiğini gördüm, küpeştemi tutan elleri titriyordu. Heyecanla sordu:
"Belvü duruyor mu Belvü?"
"Belvü gazinosu! Duruyor tabii..." diye başlayan sohbet ihtiyar Rum'un eskiden yaşadığı yerleri ve olayları anlatmasıyla uzamış.
"...Todori'yi, Koço'yu, Papazın Bağı'nı (şimdiki Fenerbahçe Stadı'nın olduğu yer) anlattıkça duygulandı, duygulandıkça anlattı. Bir damla gözyaşı beyaz sakallarının arasından geçmiş olmalı ki çenesinin kenarından ceketinin yakasına damladı, gözyaşını gördüm. Yakasında tanıdık bir rozeti var...

Eskimiş Fenerbahçe takımı rozeti... Gönül verdiğim futbol takımının rozetini görünce, tıkandım... Fenerbahçe neresi, Midilli'nin o ücra, fakir yeri neresi?"
Bundan sonra ihtiyar Rum kendini tanıtıp Haldun Sevel'i akşam misafir etmek istediğini söyler. Hatta balığının, musakkasının,cacığının ve uzosunun olduğunu ama rakısının olmadığını da ilave eder, "sende var mı? ' diye sorar: "Var kaptan istedigin rakı olsun."

İhtiyar Rum bana aynen şöyle dedi: "Atatürk'un rakıdan, onun rakıdan olsun." Yazar daha fazla dayanamayıp rakıları alıp ihtiyar Rum'un kayığına binip kıyıya giderler. İhtiyar Rum adının Aristidi olduğunu babasının, dedesinin hepsinin doğma büyüme İstanbul'lu olduğunu, Moda Mektep Sokağı'nda oturduklarını ama maalesef 6-7 Eylül olaylarından sonra Türkiye'den ayrılmak zorunda olduklarını anlatır... "Söze girebilsem lafı yakasındaki Fenerbahçe rozetine getireceğim ama, Aristidi kaptan hiç susmuyor... Tam bir hafta misafirleri oldum, neler anlattı neler?.. Son gece ben onlarda misafirdim, hava neredeyse ışıyacaktı. Biz hâlâ balkonda cacığı kaşıklayıp, rakı bittiği için uzo içiyoruz...

"Vakit geç oldu, artık kalkayım, öğleden sonra batı bindirir, önce saçak altından yukarı vururum, oradan da pupa yelken Cunda'ya..."
"Yine geleceksin?" diye sordu.
"Söz geleceğim, istediğin bir şey var mı? Lütfen söyle sana ne getireyim?" deyince güldü:
"Atatürk'ün rakıdan.." dedi. Birlikte güldük.
"Söz, getireceğim, başka ne istiyorsun?" diye ısrar ettim. Yakasındaki eskimiş Fenerbahçe rozetini gösterdi...
"Bundan getir" dedi.
"Bu da benim gibi eskidi, buralarda yok."
"O rozeti niye takıyorsun?" diye sordum. Beklediğim fırsat elime geçmişti. Hemen kaşlarını çattı, ben devam ettim:
"Sen Moda'lısın, Fenerbahçeli benim... Hem Fenerbahçe neresi, Midilli neresi, öyle değil mi, o rozeti niye takıyorsun?' Suratıma baktı baktı, ağzından ne çıkacak diye bekliyorum.

"Doğru, 1923 neresi, 1994 neresi, senin baban bile bilmez benim niye Fenerbahçe rozeti taktığımı..."

"1923" dedi. "1923, İstanbul işgal altındaydı, on iki yaşındaydım, bir gün babam beni heyecanla tutup maça gideceğimizi söyledi, büyük bir maç olacakmış, maç değil harp, işgal kuvvetleri generali bir maç tertip etmiş... İngiliz takımı bir Türk takımı ile maç yapacakmış, Türk'lere bir ders vereceklermiş... İşgal kuvvetleri dediğim İstanbul'u işgal etmiş İngiliz kuvvetleri...Tarihini de söyleyeyim Mart 1923... Babamla erkenden yer bulabilmek için yola çıktık. Yolda öğrendik, İngiliz takımının karşısına Fenerbahçe takımı çıkacakmış... Bütün işgal ordusu orada, yer gök inliyor... Fenerbahçe sahaya çıkarken sesler kesildi, ne bir tezahürat ne bir alkış.. Kıran kırana bir maç oldu. Maç değil harp. Sedye ile dışarı kaç kişi taşıdılar hatırlamıyorum... Ne oldu biliyor musun? Fenerbahçe kazandı, öyle bir çaktı ki, şımarık işgal takımına, o gece İstanbul'da sabahlara kadar Fener alayları yapıldı... Şimdi anladın mı yakama o rozeti niçin taktığımı? İşte ben o günden beri Fenerbahçeliyim...'

Aristidi kaptan aşağı yukarı bunları anlattı, yüreğim tıkanarak dinledim, kalktım ihtiyar Rum'un ellerinden öptüm, o bizden biriydi." Haldun Sevel yazısının bundan sonraki bölümünde Türkiye'ye dönüşünü, orada yaptıklarını anlatıyor. Çok istemesine rağmen Midilli'ye bir türlü gidemiyor. Ta ki 9 Mayıs 996'ya kadar... "Ve denize iner inmez hareket ettim. 9 Mayıs 1996... Rotam Midilli, ihtiyar dostuma gidiyorum, her taraf Kulüp Rakı'sı dolu, ceplerimde Fenerbahçe rozetleri... Elimdeki torbada rakılar, cebimde Fenerbahçe rozetleri, nefes nefese vardım ihtiyarın evine. Kapının tokmağını tıklattım, bekledim, sert sert vurdum, zili çevirdim. Bir daha çevirdim, karşı kaldırıma geçip üst katın pencerelerine bakıyordum ki, birden kapı açıldı ve ihtiyar Aristidi'yi gördüm... O anda bir şey farkettim ve çok üzüldüm... Üç yıldır görmediğim, ama hiç unutamadığım ihtiyar dostumun boynunda, gırtlağının alt tarafında, bir çelik vardı, ihtiyar Aristidi gırtlak kanserine yakalanmıştı... Kulüp Rakı' larından birini çıkartıp gösterdim, gülümsedi, ona bir avuç yepyeni Fenerbahçe rozeti de getirmiştim, rozetleri görünce omzumu sevdi, kulağıma sokulup kısık bir sesle:
"Niye bu kadar geç kaldın?" dedi.
Duvara çivilenmiş tahta askıda sazı ve elbiseleri duruyordu. Ceketini istedi, verdim. Yatağın yanındaki iskemlenin arkasına itina ile yerleştirdi, yoruldu. Yatağına oturdu.
"Hadi tak rozetimi" dedi.
Ceketinin yakasından eskimiş rozeti çıkarttım, yeni rozeti itina ile taktım. Yüzü kızardı, sanki ona madalya takmıştım. Bir süre seyretti Fenerbahçe rozetini, gülümsüyordu, ihtiyar Rum yine duygulanmıştı...

Yakalarımıza Fenerbahçe rozetlerimizi takıp taş kahveye gittik, diğer Rum'lar bizi alkışladılar. İhtiyar Aristidi mezarına memleket toprağı istiyordu, o isteği de oldu... Eğer Maviş ile birlikte, bu yaz da inersem Ege'ye, gönlümü bıraktığım yere, yine götüreceğim ona memleket toprağı.

Haldun Taner
|